20 Ekim 2009 Salı

İki kişilik dağınıklık olsun, benim olsun..

Evi son derece düzenli, muntazam olan insanlara gıpta ile baksam da, zaman zaman o evlerde herhangi birinin yaşayıp yaşamadığını da merak etmiyor değilim doğrusu. Yoksa duvara gizlenmiş bir bölmenin arkasında bir düğme var da, kimsecikler ortada yokken o düğmeye basıp, bir anda evlerini en akıl almaz biçimde düzene mi sokuyorlar. Biliyorum şöyle diyorsunuz "Aldığını aldığın yere koyarsan evin dağılmaz." Bu harika tavsiyeyi kaç milyon kere duydum biliyor musunuz? Sayı veremeyeceğim. Evimi adeta bir show room düzeninde toparladıktan sonra kendimi çok başarılı buluyorum. Öte yandan gün içerisinde yaşanmışlık hissi veren dağınıklığı, ertesi günün sabahına kadar seviyorum. Ertesi sabah ise nefret ediyorum. Mesela televizyonun karşısındaki sehpada akşamdan kalmış, iki kadeh şarap bardağı düşünün. Ya sıcacık bir geceye açılmış iki anahtardırlar, ya da bir dostla saatlerce süren hoşsohbetin damakta kalan tadının simgesi. Tek tarafı dağılmış bir yatakta yatmaktansa, sanırım hepimiz iki tarafı birden dağılmış bir yatakta uyanmayı tercih ederiz. Ya da, mutfakta kirlileri koyduğumuz tezgahta bir çatal, bir bıçak, bir tabak görmektense; en azından hepsinden ikişer taneyi görmeyi yeğlerim ertesi gün. Hele bir de yılbaşı partilerinin, ertesi günü çıkan tabak ve bıçak sayısının, bardak sayısının çokluğundan memnun olup, ne kadar şanslı olduğumuzu hatırlamaki ne kadar mutluluk verici. Paylaştıkça çoğalabilmenin mutluluğu. Yine de söylüyorum. Bu duygular sadece etrafı toparlamaya başlayana kadar geçen süre için geçerlidir.


Hiç yorum yok: