13 Ekim 2009 Salı

Gidene mektup...


Bir Ayrılık Mektubu

Sen gittiğinden beri sessizim. Ağır bir sessizlik ruhumu kaplamış durumda. Kimse ile görüşmüyorum. Ne ziyaretçi kabul ediyorum, ne de telefonları cevaplıyorum. İnsanların sürekli destek olmaya çalışmaları midemi bulandırıyor. Oysa ben yüreğimdeki acıyı doya doya tatmak istiyorum. Romeo ve Juliet’in aşkları uğruna, zevkle yudumladıkları zehir gibi, ben de özlemimin kavurucu sıcaklığını yaşamak istiyorum.Psikoloğum bir şekilde duygularımı dışa vurmam gerektiğini söylemişti. Sanırım gittiğim son seans sırasında. Bu aylar önceydi. Bana bu denli içime dönük yaşamamın, ilk once bedenime, çok geçmeden de ruh sağlığıma ağır darbeler indireceği hakkında beni uyarıp durdu. Bu yüzden, hissettiklerimi bir kağıda dökmemi söylemişti. Üstelik bunu defalarca söyleyip durdu.

Bu konuda haklı olduğuna eminim ama fark edemediği benim senden ayrı kalmış olmanın acısını yaşamak istiyor olmamdı. Kişilerin hayatlarında üstesinden gelemediği en büyük acılara karşı geliştirdikleri çeşitli savunma mekanizmaları olduğunu biliyorum. Yine de bir çoğu, tıpkı benim gibi bu acıları yaşamak istedikleri için tercihlerini acıyı yok etmekten yana kullanmadıklarını da. Bu saygı duyulacak bir tercih olmalı. Şikayet etmedikleri sürece.

Oysa benim bunları yazmaya başlamamın tek sebebi, az da olsa kendimi sana yakın hissetmeme yardımcı olduğu için. Psikoloğa gitmeye başlamama sebep olan arkadaşımın kim olduğunu tahmin edersin. Uzun ve zorlu bir savaş verdi. Üç ay boyunca haftada bir kez düzenli olarak psikolog ile olan randevularımın tamamına düzenli olarak gittim ve bu süreci bahane ederek tıpkı diğerleri gibi, en yakın dostumu da hayatımdan çıkardım. Aslında çıkarmak zorunda bırakıldım. Bunu sana daha sonra anlatırım. Artık psikoloğa gitmiyorum. Çünkü tek yaptığı, bana seni unutturmaya çalışmaktı. Kimseyi görmek, kimse ile yakın olmak istemiyorum. Ruhumun, bedenimin istediği bir tek sensin. Yüreğimin derinliklerinde sadece sana susuyorum. Senin yokluğunu başkaları ile doldurmaya çalışmak daha çok acı veriyor. Bunlar bir zamanlar arkadaşlarımız olsa bile. Onlarin bana seni hatırlatmalarına ihtiyacım yok ki. Bende yeterince anı var. Bende sana karşı yeterince açlık var. Aylardır aynaya bakmıyorum. Sensizliğimle yüzleşmekten korktuğum için. Kendimle ilgili yaptığım tüm yorumlarda bu denli bilinçli iken, seni unutmak istemediğim için, sensiz bir hayata devam etmemekte ısrarcı olduğum için bana kızacağını biliyorum. Psikoloğum da bu yönümle ilgili şaşkınlıklar yaşamıştı. Kendimle uğraşmanın kısa süre zarfında bana herhangi bir zarar vermeyeceğini, fakat uzun vadede yaşayacağım gelgitlerin ruhumda çok ağır hasarlara sebep olacağını söyleyip durdu. Kimin umurunda.

Nasıl gözüktüğüm hakkında hiç fikrim yok. Aynaya bakarsam, sensizliğimle yüzleşmekten korkuyorum. Gerçekler şu anda fısıltılar halindeler ve onları susturmak benim için daha kolay. Aynada yüzünü gördüğüm kadına nasıl yardım edeceğimi bilmiyorum. Onu nasıl teselli edeceğimi bilmiyorum.

Beynimin kıvrımları arasında gizlenmiş, cevapsız kalan binlerce soru var. Tamamı seninle yaşadığım ayrılığa dair. Tamamı hala cevapsız. Sorup, sorup kendi kendime cevaplamaya çalışmaktan o denli yorgunum ki. Yine de vazgeçmiyorum. Bu yersiz ayrılığın bir sebebi olmalı diye düşünüyorum. Cevabı bulsam dahi beni teskin etmeyeceğini de biliyorum. Sana karşı o denli öfkeliyim ki, sevgim karanlık gölgeler arasında titrek bir mum ışığı kadar zayıf. Ruhum bir örs altında eziliyor sanki. Çatışmalarım, gel gitlerim her yeni gün yeni girdaplara sürüklenmeme neden oluyor ve bunların tamamı senin suçun. Bazen yalnızlıkla boğuşurken güçlü olduğum hissine kapılıyorum. Sensizlikle boğuşmaktan daha kolay. Bu bana birazcık bencil olabilme hissi veriyor. Yüreğimdeki vazgeçemediğim acının sen değil de, yalnızlık korkusu olduğuna inanmamı sağlıyor. Sonra da çok geçmeden kendimden nefret etmeye başlıyorum. Bu denli bencil olabilmesi için, çarpık ruhuma izin vermemden dolayı.

Sana ihanet ediyorum duygusuna kapılıyorum. Beni bırakıp gitmenden ötürü bencil olanın sen değil, senin peşinden gelmeye cesaret edememiş olan ben olduğuma inanıyorum.

Seni özledim. Ben de kalan giysilerinin üzerine sinmiş olan kokun uçup gitti. Çalışma masanda duran kağıtların mürekkebi solmaya başladı. Yatak hala o sabahki gibi duruyor. Dağınık. Ben uzun zamandır salondaki kanapenin üzerinde uyuyorum. Hani bana sevgililer gününde hediye diye getirip, beni çok kızdırdığın. Günün anlam ve önemine karşın, bu hediye bana hiç de romantik gelmemişti.

Giderken yanında hiç anı götürdün mü merak ediyorum?

Hiç yorum yok: