11 Ekim 2009 Pazar

Metroda




Dün metroda bir arkadaşımızla beraber Trafalgar'a doğru yol alırken, 4 dakikalık yolculuk sırasında hayatın anlamını sorgulamayı sürdürdüm. Sevgilimin sıkıntıdan patlama noktasına gelmesine rağmen, sesini çıkarmadan sabırla beni dinlemesi gözlerimi yaşarttı. Son zamanlarda okyanusta sadece küçük bir damla olduğum hissine kapılarak, kendimi ne kadar çaresiz hissettiğim hakkında konuşmaya başlamıştım ki, aniden sustum ve etrafıma bakındım. Geçtiğimiz istasyonlarda bekleyen onca insan, ya da birazdan yürürken yanlarından geçeceğim yüzlerce insanın benim varlığımdan haberi bile yoktu. Sessizliğimden dolayı biraz nefes alsa da rahatsız olan sevgilim omzuma vurarak soru soran gözlerle bana baktı. Ben ise sadece ona sarıldım. Ne diyecektim ki? Büyüklük kompleksine girdiğimi mi yoksa psikolojik olarak yeni bir takıntım olduğunu mu? Kendi kendime düşünmeye başladım. Neydi beni bu kadar rahatsız eden. Ünlü olmaya mı çalışıyordum? Bunu düşünür düşünmez bu düşünce saçma geldi. Yoksa fark yaratmak mı istiyordum? Bu daha mantıklı geldi. Tıpkı tarih boyunca fark yaratmak isteyerek, inanılmaz başarılara, ya da zulümlere imza atmıs ınsanlardan biri olmak istiyordum.

Metrodan indiğimizde kendimi yeteri kadar cevaplayamamıs olmanın sıkıntısı ile sevgilimin elinden tuttum. Arkadaşımızla beraber kalabalığın arasına karışmıştık ki bir kadın çığlığı ile olduğumuz yerde kalakaldık. Orta yaşlı bir kadın çantasını kapan bir adamın arkasından çığlık çığlığa bağırıyor ve adam kalabalığı yararak bizim olduğumuz tarafa doğru ilerliyordu. Hiç düşünmeden duvar dibinde gitar çalmakta olan evsizin ( ya da o sırada bana öyle gözükmüştü), gitar kutusunu alarak yanımızdan geçen adamın kafasına bir tane indirdim. Adam yere devrilmese de sersemledi ve çantayı elinden düşürerek koşmaya devam etti. Bu sırada beni kolumdan çekiştirerek beni engellemeye ve korumaya çalışan sevgilim çılgınca bana kendimi öldürtebileceğim konusunda bana hırçınca bağırmaya başladı. Haklıydı da. Ama ben bunu itiraf etmedim. Gecenin sonunda birbirimize sırtlarımızı dönerek uyuduğumuzu burada anlatmama gerek yok herhalde. Kadının çantasını yerden alan arkadaşımız ile birlikte kadına doğru ilerledik. Otuz saniyelik bu heyecan dalgasını korkuyla izleyen metrodakiler, şaşkınlıklarını üzerlerinden attıktan sonra hayatlarına devam etmek için yanımızdan geçip gitmeye devam ettiler. Gösteri sona ermişti. Bir kaç Asyalı kız ve bir kaç bira göbekli amcanın bizi alkışladıklarını duymazdan geldim diyemem doğrusu. Egom tatmin olmuştu. Kadının adı Felicia idi. Bize defalarca teşekkür ettikten sonra bize adresini vererek bizi evine çay içmeye davet etti. Bu sırada yanımıza gelen metro güvenliğine sevgilim ( David) her şeyin çok kısa sürede olduğunu söyleyerek adamları kafasından atmaya çalışıyordu. Zar zor karakola gitmekten kurtularak yolumuza devam ettik. David söylenmeyi asla bırakmadı. Tüm gece boyunca bağırdı, çağırdı. Ben ise asla haklı olduğunu kabul etmedim. :)) İçin için bunu bilsem de ... Bu olay ile fark yaratabilmiştim. Metrodaki onca insandan farklı olduğumu kanıtlayabilmişti ve bu çok hoşuma gitmişti. Fakat gece yatağıma yattığımda başka bir soru işareti ile boğuşmaya başlamıştım. Bu yaptığımı gerçekten kadına yardım etmek için mi yapmıştım yoksa farklı olmak adına mı? Çünkü eğer cevap ikinci seçenekse bu beni çok rahatsız etmişti. Ama bu yeni soru işaretimle boğuşmak yerine yaptığım çılgınlığın dakikalar geçtikçe şaşkınlığını yaşayarak, yüzüme yayılan tebessüm ile uyumaya çalıştım.

Hiç yorum yok: